Was heißt »geben« auf Türkisch?
Das Verb »geben« lässt sich wie folgt von Deutsch auf Türkisch übersetzen:
- vermek
Deutsch/Türkische Beispielübersetzungen
Solange es Leben gibt, gibt es Hoffnung.
Yaşam olduğu sürece umut da olacaktır.
Hayat varken ümit vardır.
Es gibt Leute auf der Welt, die so hungrig sind, dass Gott ihnen nicht erscheinen kann, außer in Form von Brot.
Dünya'da o kadar aç insanlar var ki, tanrı onlara ekmekten başka şekilde gözükmüyor.
Es gibt 1000 Filme, die man sehen muss, bevor man stirbt.
Birinin ölmeden önce izlemesi gereken bin film vardır.
Es gibt viele gute Sachen auf der Welt.
Dünyada birçok iyi şey var.
Kannst du mir das Salz geben, wenn du fertig bist?
İşin bittiğinde tuzu bana verebilir misin?
Ich gab dir ein Buch.
Sana bir kitap verdim.
Er gab zu, dass er gelogen hatte.
O, yalan söylediğini itiraf etti.
Jeder Spieler gab sein Bestes.
Her oyuncu elinden geleni yaptı.
Die einzige Sache der Welt, von der man nie zu viel bekommen oder geben kann, ist Liebe.
Dünyada insanın çok fazla alıp veremeyeceği tek şey sevgidir.
Es kann keinen Fortschritt ohne Kommunikation geben.
İletişim olmadan ilerleme olamaz.
Ich gebe den Bettlern immer etwas.
Dilencilere hep bir şeyler veririm.
Hier gibt es kein Bier.
Burada bira yok.
Es gibt keinen Grund, wie ein Kind zu heulen.
Çocuk gibi ağlamak için bir neden yok.
Daran gibt es keinen Zweifel.
Bu konuda hiç şüphe yok.
Es gibt einen feinen Bedeutungsunterschied zwischen den beiden Worten.
İki sözcük arasında anlamda ince bir fark var.
Ich gebe dir einen Tag, um darüber nachzudenken.
Düşünmen için sana bir gün mühlet vereceğim.
Ich werde es dir geben.
Onu sana vereceğim.
In diesem Teil der Stadt gibt es viele Fabriken.
Şehrin bu bölümünde birçok fabrika var.
Als ihre Mutter kam, gab sie vor, zu lernen.
Annesi geldiğinde ders çalışıyormuş gibi davrandı.
Wie gut du auch immer bist, es wird immer Leute geben, die besser sind, als du.
Ne kadar iyi olursanız olun, her zaman sizden daha iyi insanlar olacaktır.
In den Vereinigten Staaten gibt es fünfzig Staaten.
Amerika Birleşik Devletleri'nde 50 eyalet vardır.
Ich gab Maria ein Buch.
Mary'ye bir kitap verdim.
Es gibt auf deine Frage keine Antwort.
Sorun için cevap yok.
Es gibt viele Galaxien im Universum.
Evrende bir sürü galaksi vardır.
Evrende birçok gökada var.
Ich gab jedem von ihnen drei Bleistifte.
Onlardan her birine üç kurşun kalem verdim.
Könnten Sie mir ein anderes Zimmer geben?
Bana başka bir oda verebilir misiniz?
Er gab den Plan aus finanziellen Gründen auf.
Projeyi mali nedenlerle bıraktı.
Heute habe ich herausgefunden, dass es einen Film mit dem Titel "Die Russen kommen! Die Russen kommen!" gibt.
Bugün "Ruslar geliyor! Ruslar geliyor!" adında bir filmin olduğunu keşfettim.
Übrigens, meinen Sie, dass es irgendetwas nach dem Tod gibt?
Bu arada, ölümden sonra herhangi bir şey var mı sence?
Dieser neue Markt dürfte der gesamten Industrie Auftrieb geben.
Bu yeni pazar, tüm sektöre bir destek sağlamalıdır.
Es gibt viele Bücher in meinem Zimmer.
Odamda bir sürü kitap var.
Seine Dissertation gibt keinerlei Anlass zur Kritik.
Doktora tezinin eleştirilecek yönü yoktur.
Tom gab zu viel von der scharfen Sauce auf seine Pizza.
Tom pizzasına çok fazla acı sos koydu.
Es gibt keine Heilung für Liebesschmerz.
Aşk acısının tedavisi yoktur.
Heute gibt es Geld.
Bugün para var.
Besser ist, es gibt Skandal, als dass die Wahrheit zu kurz kommt.
Gerçeğin göz ardı edilmesindense bir skandal olması daha iyidir.
Es gibt in der Welt kein größeres Mysterium als die Liebe.
Dünyada aşktan daha büyük bir gizem yoktur.
Bitte gib mir eine Tasse Kaffee.
Lütfen bana bir fincan kahve ver.
Du solltest auf dich Acht geben.
Kendine dikkat etmelisin.
Dieses Buch gibt einen guten Überblick über die Wirtschaft.
Bu kitap ekonomi üzerine güzel bir genel bakış sağlıyor.
Es gibt nicht genug Wasser.
Yeterince su yok.
Im Radio gab eine Schlechtwetterwarnung.
Radyo kötü hava uyarısı yaptı.
Glaubst du, dass es auf diese schwierige Frage noch eine andere Antwort gibt?
Sence bu zor problemin başka bir cevabı var mı?
Ich werde ihr das Buch morgen geben.
Ona kitabı yarın vereceğim.
Er gibt viel Geld für Kleidung aus.
Kıyafet için çok para harcar.
Mein Vater hat mir den Namen meiner Tante gegeben.
Babam bana halasının adını verdi.
Es hatte Zeiten gegeben, in welchen sich Tom gewünscht hatte, Mary nicht geheiratet zu haben.
Tom'un Mary ile evlenmemiş olmayı dilediği zamanlar olmuştur.
In Deutschland gibt es keinen Mindestlohn.
Almanya'da asgari ücret yok.
Ich möchte meiner Mutter eine Pflanze geben.
Anneme bir bitki vermek istiyorum.
Es gibt einige merkwürdige Tiere im Zoo.
Hayvanat bahçesinde bazı garip hayvanlar var.
In Istanbul gibt es etwa dreitausend Moscheen.
İstanbul'da yaklaşık üç bin tane cami var.
Wie viele Sterne gibt es in unserer Galaxis?
Galaksimizde kaç yıldız vardır?
Ich gab ihm das Buch.
Ona kitabı verdim.
Ich würde es lieber wegwerfen, als es ihm zu geben.
Ona vermektense çöpe atmayı tercih ederim.
Es gibt nichts, was ich tun könnte, um das zu ändern.
Bunu değiştirmek için yapabileceğim bir şey yok.
Du musst mir mehr Zeit geben.
Bana daha fazla zaman vermelisin.
Was gibt es sonst noch für Sehenswürdigkeiten in der Stadt?
Şehrin gezip görülesi başka nereleri var?
Şehirde gezip görülecek başka nereler var?
Früher gab es doch hier etwas.
Önceden burada bir şeyler vardı.
Es gab nicht genug Beweise, um ihn des Vergehens schuldig zu befinden.
Onu mahkûm etmek için suçla ilgili yeterli kanıt yoktu.
Was kannst du mir geben?
Bana ne verebilirsin?
Vor langer Zeit gab es hier eine Brücke.
Uzun zaman önce burada bir köprü vardı.
Wann gibt es Frühstück?
Kahvaltı ne zaman servis ediliyor?
Es gibt einen großen Unterschied.
Bir büyük fark var.
Da gibt es nichts Vergleichbares.
Onun paralelliği yok.
Ich gebe Ihnen Bescheid, wenn es entschieden worden ist.
Karar verildiğinde size bildireceğim.
Es gibt auf der Welt sehr schädliche Insekten.
Dünyada çok fazla zararlı böcek var.
Ich gebe keinen Zucker in meinen Kaffee.
Kahveme şeker atmam.
Bitte gib mir die Antwort auf die Frage!
Lütfen bana sorunun cevabını söyle.
Es muss eine Lösung für das Problem geben.
Sorunun bir çözümü olmalı.
Wie viele Seen gibt es in Finnland?
Finlandiya'da kaç tane göl vardır?
Bitte geben Sie eine gültige E-Mail-Adresse ein.
Lütfen geçerli bir e-posta adresi giriniz.
Es gibt drei Schlafzimmer, eine Küche, ein Esszimmer, ein Wohnzimmer und ein Badezimmer.
Üç yatak odası, bir mutfak, bir yemek odası, bir oturma odası ve bir banyosu var.
Es gibt eine Menge Leute, die das nicht lernen werden.
Bunu öğrenmeyecek pek çok insan var.
Es gibt immer mehr Straßen und immer weniger Ziele.
Gittikçe daha fazla yol ve gittikçe daha az varış noktası var.
Warum wirst du sie mir nicht geben?
Onları neden bana vermeyeceksin?
Ich gebe es ihr morgen.
Onu yarın ona vereceğim.
Es gibt immer mehr Schlechtere als Gute.
Her zaman iyiden daha fazla kötü vardır.
Es gibt ein Problem.
Bir sorun var.
Es gibt da ein kleines Problem.
Küçük bir sorun var.
Küçük bir problem var.
Es gab kein Halten mehr.
Başka durak yoktu.
Du gibst also zu, dass du gelogen hast?
Yani yalan söylediğini kabul ediyorsun, öyle mi?
Wenn ich glücklich bin, gibt es nichts, was ich nicht tun könnte.
Mutlu olunca yapamayacağım şey yok.
Ich werde es dir morgen geben.
Onu sana yarın vereceğim.
Sie gab mir ihre Telefonnummer.
Bana kendi telefon numarasını verdi.
Ist mein Erfolg etwas wert? Ich bin ganz allein in der Welt. Es gibt keinen Menschen, dem mein Erfolge Freude macht.
Başarımın hiç değeri var mı? Bu dünyada yalnızım. Başarımdan mutlu olan kimse yok.
Immer und überall gibt es grantige alte Leute.
Her zaman her yerde huysuz ihtiyarlar vardır.
In meinem Leben gibt es nichts zu ändern.
Yaşamımda değişen hiçbir şey yok.
Es gibt kaum Hoffnung.
Pek az umut var.
Es gibt noch so viele Fragen zu stellen.
Daha sorulacak çok soru var.
Ich werde Tom noch eine Chance geben.
Tom'a bir şans daha vereceğim.
Er gab dem Jungen das wenige Geld, das er hatte.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
Ich wollte diesem bedeutungslosen und gemeinen Leben einen Sinn geben.
Anlamsız hain bir yaşama azıcık anlam katmak istedim.
Du hast Tom das Geld gegeben, um das er gebeten hat, nicht wahr?
Tom'a istediği parayı verdin, değil mi?
Ich habe Tom Marias Telefonnummer gegeben.
Tom'a Mary'nin telefon numarasını verdim.
Ich hoffe, dass es noch etwas gibt, was ich machen könnte.
Hâlâ yapabileceğim bir şeyler olduğunu umuyorum.
Hier gibt es eine Menge Spielsachen.
Burada bir sürü oyuncak var.
Ich gebe Ihnen bis morgen Zeit.
Size yarına kadar müddet veriyorum.
Es gibt da etwas, was du über Maria nicht weißt, und wenn du's erfährst, wirst du staunen.
Mary hakkında bilmediğin bir şey var ve öğrenince şaşıracaksın.
Was gibt es doch für schreckliche Menschen!
Ne korkunç insanlar var.
Dafür muss es eine Erklärung geben.
Bunun bir açıklaması olmak zorunda.
Synonyme
- aufkommen:
- açığa çıkmak
- auftreten:
- belirmek
- davranmak
- konser vermek
- meydana gelmek
- ortaya çıkmak
- performans göstermek
- sahneye cikmak
- üzerine basmak
- bestehen:
- geçmek ((sınavı) geçmek)
- existieren:
- var olmak
- lauern:
- gözetlemek
- machen:
- yapmak
- regulieren:
- ayar etmek
- sein:
- olmak
- spielen:
- oynamak
- tun:
- yapmak
- verehren:
- yüceltmek
- verschenken:
- hediye etmek
- zahlen:
- ödemek
- zeigen:
- göstermek
Antonyme
- nehmen:
- almak
Türkische Beispielsätze
Evini kiraya vermek mi istiyorsun?
Kimseye söylemeyeceğine söz vermek zorundasın
Sana zarar vermek istemiyorum, hoca, beni daha fazla zorlama.
Tom karar vermek zorunda.
Kimseye cevap vermek zorunda değilim.
Bazen, eski bir şeyi noktalamak, yeni bir şeye start vermek için iyidir.
Onlara bahşiş vermek istemiyoruz.
Tom vermek zorunda olduğu zor karar nedeniyle kötü bir ikilemde kaldı.
Aydın ve ilerici bir hayat sürdürebilmek için en önemli şartlardan biri: yaşamak ve yaşama izin vermek.
İçmeye son vermek zorundasın.
Tom telefona cevap vermek zorunda kaldı.
Mantıksız tepki vermek delilik değil, insanlık belirtisidir.
Untergeordnete Begriffe
- kundgeben:
- bildirmek